Konu 04 UYAP Teknik Altyapısı
Peygamber (asm)’in laneti bunlar için değildir. Bilerek, isteyerek ve hatta zorla, belki de özel eğitim alarak karşı cinse benzemeye çalışan maskaralar içindir. Nitekim hadiste “kendilerini kadınlara benzetmeye çalışan erkekler ve erkeklere benzetmeye çalışan kadınlar” diye açıkça ifade edilmektedir. İbadet, ibadet edenle (abid), ibadet edilen (ma’bud) arasında ve daha çok öbür âleme bakan bir ilişki olunca; onun yerini, zamanını, şartlarını, rükünlarını ve sebeplerini belirlemek de sadece Ma’bud’un hakkı olmuş olur. Diğer bir ifade ile, yaratılanların, ibadetlerin bu yönlerin müdahale hakları yoktur.
Hayız-nifas hâlinde iken kadınla cinsî temasda bulunmak dinî yönden olduğu gibi, tıbbî yönden de çok mahzurludur. Son derece itinalı bir bakıma ve temizliğe muhtaçtır. Yorulmaktan büyük ölçüde kaçınmalı, mümkün mertebe istirahat halinde olmalıdır. Adet hali ile lohusa olan kadınların bu durumları son bulunca yıkanmaları farzdır; cünüp olan bir kişinin yıkanması gibi. Görüldüğü gibi âdetli eşi ile cinsel ilişkiyi Allah yasaklamıştır ve bu yasağın haram kılma anlamına geldiği söylenmiştir.
Hatta kadın çocuğa bakmak istemezse kocasından bir bakıcı bile isteyebilir ve ev işlerini yapmayabilir. Ama buna rağmen bu tür ev ile ilgili iş ve sorumluluklar kadının takvasının göstergesi olduğundan Peygamberimiz (asm) tarafından teşvik edilmiştir. Kadın erkeğin meşru dairedeki emirlerine itaat etmekle mükellef tutulmuştur (Ebu Davud, Nikâh, 40).İslâm aile hayatının devamı karşılıklı hakların korunmasıyla mümkündür. Ve bilmelidirler ki, hiçbir beşere (bunun içinde koca, ana, baba ve devleti yönetenler de vardır) itaat mutlak değildir. Hiçbir kimseye haksız olan, meşru olmayan emir ve isteklerinde itaat edilmez. Çünkü, hayız hâli kadınların her ay mübtelâ oldukları ve bir haftaya yakın zamanlarını meşgul eden eziyetli bir durumdur. Bu arada pek çok vakit namazlarını da kılamamış haldedirler. Kadının devamlı olarak kocasının ve çocuklarının hizmeti yanısıra, evinin temizlik ve bakımıyla da uğraştığı malûmdur. Bu durumda olan bir kadının, mecburen terkettiği pek çok vakit namazlarını sonradan kaza etmek zorunda kalmasının, ona ne derece ağır ve zahmetli geleceği apaçık meydandadır. Erkeğin kadına, kadının erkeğe konuşmasında ve hareketlerinde benzemesi, bazen doğuştan yani yaratılıştan olur.
- Meme başlarındaki direnci artırıp, emzirmede problem çıkmaması açısından meme başlarını sık sık sabunlu su ile yıkayıp meselâ badem yaği sürülebilir.
- Dışarıdan bakıldığı zaman elbisenin altından insanın teni görünüyorsa, elbise ince de olsa, kalın da olsa böyle bir elbise ile örtünme gerçekleşmiş olmaz.
- Kadın ise, o eserin herhangi bir bölmesini ince nakışlarla süslemekte erkekten çok daha hassas.
Fakat meninin dışarıya çıktığını görmezse ihtiyaten yıkanması daha iyidir. Çünkü kadından çıkan meninin geri dönmesi muhtemeldir. Hanımların sesli olarak zikretmeleri de şayet yabancı erkekler duyacaksa, yine aynı kategoriye girmekte ve birtakım yanlış duyguların uyanmasına sebebiyet vereceğinden, ezanda olduğu gibi müsaade edilmemektedir. Ancak kendi aralarında sesli olarak Kur’ân okumalarında ilâhi söylemelerinde ve zikretmelerinde haliyle mahzur olmaz. Sorudaki unsurlara gelince, şiir ve ilahide ses incelip kalınlaştığı, nağmeli olduğu ve câzip bir mahiyete büründüğü için, yabancı erkeklerin duyacağı şekilde söylemek beraberinde mahzurları taşımaktadır. Kadının sesi yaratılışı icabı dikkat çekicidir. Özellikle ses normalin dışında bir tonda çıkarsa birtakım mahzurları beraberinde getirmektedir ve dinî tabiriyle “fitneye” sebep olmaktadır. Demek ki, haram olan sesin kendisi değil de, kontrol dışı bir mahiyet taşımasıdır. Sûre, ayet, hadis ve duanın yazıldığı muskalar İslâm dönemine; diğerleri ise, İslâm’dan önceki batıl inanç ve hurâfelere aittir. Bu sebeble Müslümanlar, çocukları dünyaya geldiğinde Allah’a hamd ve şükür maksadıyla isterlerse kurban keserler; çoluk-çocuk, eş-dostla güzel sohbetler yapar, tatlı ziyafetler hazırlarlar. Bu çocuk, ister oğlan, isterse kız olsun, durum değişmez.
Ancak bunun belli bir şahsa yönelik olmaması gerekir. Kadınlar, kendilerini çokça ateşe atan zaaflarından habersiz olduklarını “Niye cehennemliklerin çoğunu kadınlar teşkil ediyor?” şeklindeki sorularıyla ortaya koymuş olmaktadır. Buyurmakla, kullarına çekemeyecekleri yükleri teklif etmediğini açıkça bildirmektedir. İnsanın bedeninin takat getiremeyeceği veya mal varlığının kâfi gelmeyeceği yükler olduğu gibi, aklının da tek başına erişemeyeceği hakikatler vardır. Bunların hepsi, kullara çekemeyecekleri yüklerin yüklenmediği hakikati içerisindedir. Meseleye bu cihetten baktığımızda, kadının ibadetteki eksikliği başka bir yolla telâfi edilmektedir. “Çünkü sizler ötekine berikine çokça lanet eder, kocalarınıza karşı nankörlükte bulunursunuz. Ne gariptir ki, kendine hakim akıllı ve dinine bağlı bir kimsenin aklını, sizin kadar eksik dinli hiçbir kimsenin çelebildiğini görmedim.” “Erkeklerinizden iki de şahit yapın. Eğer iki erkek bulunmazsa, razı olacağınız şahitlerden bir erkekle iki kadın yeter. Böylece kadınlardan biri unutursa diğerinin hatırlatması (sağlanmış olur).” (Bakara, 2/282). Bu delikler kulak etlerinin birleşmesiyle kapanmışsa, bunları tekrar deldirip içini yıkamak gerekmez.
Ayrıca bazı hadislerde, “gece” veya “gündüz” ayırımına yer verilmeden aynı durum mevzuparibahis edilmiştir. Metinden de anlaşılacağı üzere, hadisin asıl konusu Allah’tan başkasına (fani, yaratılmış varlıklara) secde edilemeyeceği ile ilgilidir. Bu münasebetle Peygamberimiz (asm), kadınların üzerlerindeki koca hakkının da önemine vurgu yapmıştır. Başka âyet ve hadislerde de kocanın üzerindeki kadın hakkı anlatılmıştır. Müslümanlar, yapılan Müreysi gazvesinde galip gelmiş, pek çok ganimet elde edilmiş, bunun yanında 700 kadar da esir alınmıştı. Esirlerin içinde, Benî Mustalik kabilesinin başkanının kızı olan Cüveyriye de bulunuyordu. Hâris, Mustalikoğulları Yahudilerinin reisi idi. Saffan’la evlenmiş, Musâfi, Müreysi Muharebesi’nde ölmüştü. Peygamber (sav)’e müracaat ederek hürriyete kavuşmayı talep etmiş, Resulullah da onun fidyesini bizzat kendisi vererek hürriyete kavuşturmuştur. Babası gelip kızını götürmek isteyince, o Müslüman olarak Medine’de kalmayı tercih etmiş, bilahare de Resulullah ile nikahı kıyılmıştır.
Burada sünnet (Resûlullah’ın sözleri ve uygulaması) âyeti neshetmemiş, tarihîliğini, yerelliğini ve kültürel bağlamını açıklamıştır. Kadınların aklen nakıs olduklarını söylemek; onları levmetmek, kınamak veya onlara herhangi bir hakaret manası taşımaz. Çünkü bu, yaratılıştan gelen bir hususiyettir. Bunun zikri, o zaafın getireceği fitneye karşı uyarma, tedbirli olmaya çağırma gayesini güder. Nitekim, abdest sırasında hususi dikkat sarfedilmediği takdirde, kuru kalma tehlikesine maruz olan ökçeler için Aleyhissalâtu vesselam “Ateşte yanacak o ökçelere yazık!” demiştir. Aslında sadece ökçeler değil, diğer abdest uzuvlarına da “ateşten yazık” vardır. İyi yıkanmazlarsa, diğer organlardan dolayı da aynı sakıncalı durum söz konusuudr. Bu “iyi yıkanma” riskinin acı neticesi, iyi yıkanmama tehlikesine en ziyade maruz olan ökçeler zikredilerek gündeme getirilmiş, dikkatlere arzedilmiştir. Ancak bu noksanlık keyfiyet bakımından değil, kemiyet bakımındandır.
Eğer, “hukukî açıdan” soruluyorsa, cevap olarak “evet” diyebiliriz. Eğer bu benzeme olayı dini literatürde “hünsa” denilen ve yaratılışta var olan bir benzeme ise, kişiler bundan sorumlu değildir. Çünkü bu, insanların iradesi dışında bir olaydır. Kadın yaratılışı icabı süsten ve zînetten vaz geçemez. İmkânı ölçüsünde bazı süs eşyalarını takar ve kullanır. Kolye, bilezik ve yüzük gibi zinet eşyalarının çoğu herhangi bir muameleye tâbi tutulmadan vücuda takılır. Bugün bazı küpeler doğrudan kulağa takılıyorsa da çok kere küpenin takılması için kulağın delinmesi gerekir. Sorulursa, “Allah böylece irade buyurmuştur” diye cevap verilecektir.